Zonguldak

Liyakatsiz kadrolar, yandaş sendikalar: Üretim iflas etti, ithalat arttı

TMMOB Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şube Yönetimi, 23’üncü Uluslararası Kömür Kongresi ve Sergisi'nin Sonuç Bildirgesi'ni açıkladı.

375 Delegenin katılımıyla 12-13 Eylül 2024 tarihlerinde Zonguldak’ta gerçekleşen 23’üncü Uluslararası Kömür Kongresi ve Sergisi’nin sonuç bildirgesi yayınlandı.

TMMOB Maden Mühendisleri Odası Şube Başkanı Erdoğan Kaymakçı ve Yönetimi Sonuç Bildirgesinde şu görüşlere yer verdi;

TMMOB Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi tarafından düzenlenen "Türkiye 23. Uluslararası Kömür Kongresi ve Sergisi" 15’i yurt dışından olmak üzere 375 delegenin katılımıyla 12-13 Eylül 2024 tarihlerinde Zonguldak’ta gerçekleştirilmiştir. Kongre ile birlikte "Maden Makinaları ve Donanımı Sergisi" de düzenlenmiş olup, sergiye kamu ve özel sektörden 29 kuruluş katılarak ürün ve hizmetlerini tanıtma olanağı bulmuştur.

TMMOB Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi’nin 1978 yılında, ulusal ölçekte başlattığı Türkiye 1. Kömür Kongresi ilerleyen yıllarda uluslararası organizasyona dönüşmüştür. Covid 19 Pandemisi nedeniyle 2020 yılındaki zorunlu erteleme dışında bu güne kadar 22 kömür kongresi, iki yılda bir kesintisiz olarak gerçekleştirilmiştir. Geçtiğimiz iki günlük süreçte 23. Kongremizi sizlerle birlikte gerçekleştirmiş olmaktan duyduğumuz memnuniyeti paylaşmak isteriz. Kongremize katkı koyan tüm kişi ve kuruluşlara en içten teşekkürlerimizi sunarız.

Kongrenin temel amacı; kömür sektöründe ulaşılan güncel teknolojik ve bilimsel gelişmeleri yakından tanımak, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla sektörün yaşadığı sorunları ve bunlara ilişkin çözüm önerilerini tartışmaktır. Ayrıca; ülkemiz kömür madenciliğinin bilimsel yöntemlerle gelişmesine ve uygulanmasına katkı koymak, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinden taviz vermeden, öz kaynaklarımızın ülke ekonomisine ve ekonomik refahın arttırılmasına katkı sağlanmasının yollarını aramaktır.

Kongrede; “Kömür Madenciliğinin Bilim ve Teknolojisi” ve “Kömür Madenciliğinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” ana temaları işlenmiştir. Son dönemlerde ortaya çıkan enerji krizi ve özellikle arz güvenliğine ilişkin mevcut sorunlar; başta kömür olmak üzere, enerji gereksiniminin yerli kaynaklarımızdan yararlanma önceliğini tüm kamuoyunun gündemine taşımış bulunmaktadır. Bu kapsamda başta kömür olmak üzere, ülkemiz enerji gereksiniminin yerli kaynaklarımızdan karşılanması önceliğine yapılan vurgular, 23. Kömür Kongresi’nde öne çıkan konular olmuştur.

Bu amaçla kongrede, akademisyenlerimiz ve meslektaşlarımız tarafından üretilen çalışmaların en geniş kesimlerce paylaşılmasını ve tartışılmasını amaçlayan önemli bir platform oluşturulmaya çalışılmıştır.

Kongre; sektörde çalışanları, makine ve teçhizat üretenleri, akademisyenleri, denetim sürecinde yer alanlar ile mevzuat yapıcıları bir araya getirerek tarafların deneyimlerini, bilgi birikimlerini, yeni düzenlemeleri, ürünleri, sorunları ve çözümleri paylaşmalarını hedeflemiştir.

Açılış konuşmalarında; 12 Eylül askeri darbesinin etkilerinin günümüzde de devam ettiği, iktidar partisinin Anayasa Mahkemesinin kararlarını dahi tanımadığı, ülkemizin yasaklar, yoksulluklar ve yolsuzluklarla anılır olduğu, dış politikadaki tutarsızlıklar nedeniyle göçmen sorunuyla hem ekonomik hem de demografik bir çıkmaza girildiği, laikliğin ortadan kaldırıldığı, eğitimin bilimsellikten uzak gerici ve dinci bir anlayışla yapıldığı, sağlık sisteminde hastaların müşteri, hastanelerin ticarethaneye dönüştüğü, kamusal üretim yok edilerek üretim kültüründen uzaklaşılıp hizmet sektörünün yaygınlaştırıldığı, tarımın, hayvancılığın yok edildiği, TÜİK verileri de kullanılarak yoksullaştırılan halkımıza  yapılan yardımlarla sadaka ve biat etme kültürünün bir yaşam biçimine dönüştüğü belirtilmiştir.

Ekonomik çöküntünün yanında ahlaki açıdan da bir yozlaşma yaşandığı, tarikat ve cemaat yuvalarındaki iğrençlikler ve son olarak 8 yaşındaki Narin’in öldürülmesinde iktidarın olayı örtbas etme çabaları, kadın cinayetleri, sokak hayvanlarının öldürülmesine göz yumulması ve bunun gibi konular dile getirilmiştir.

Açılış oturumundan sonra çağrılı bildirilerin yer aldığı oturumda; Ekrem Murat ZAMAN, “Zonguldak'ta Madencilik Eğitiminin 100 Yılı” ve Mehmet TORUN, “Bir Facianın Anatomisi: Amasra Maden Kazası” isimli sunumlarını yapmışlardır.

Kongrenin birinci günü; “Maden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği ve Uygulamada Yeraltı Kömür Madenciliğinde Yaşanan Aksaklıklar” konulu panel ile tamamlanmıştır. Ayhan YÜKSEL’in kolaylaştırıcılığını üstlendiği panele, Dr. Kemal BARIŞ (BEÜN), Mehmet ÇELİK (ÇSGB), Aygün EKİCİ (İMBAT Madencilik A.Ş.) ve Bedri TEKİN (İş Güv. Uzmanı) konuşmacı olarak katılmıştır.

Kongrenin 2. günü bilimsel kurul tarafından seçilen ve bildiriler kitabında yayımlanan toplam 29 adet bildiri ile 3 adet firma sunumu; Mehmet Refik FENMEN ve Prof. Dr. Şinasi ESKİKAYA salonlarında gerçekleştirilmiştir.

Kongrede açılış konuşmaları, sunulan bildiriler ve yapılan tartışmalarda öne çıkan konular kısaca aşağıda sunulmuştur;

-İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği

Kongrenin ana temalarından birisi ülkemizin en can yakıcı sorunlarından olan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği konusudur. Her yıl binlerce emekçi işyerlerinde çalışırken hayatını kaybetmekte, on binlerce emekçi iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle sağlığını yitirmektedir. 2023 yılında 1972, 2024 yılının ilk 8 ayında 1201 ve Ağustos ayında 179 emekçi iş kazalarında yaşamını yitirmiştir. Kömür Kongresinin devam ettiği iki gün içinde yaklaşık 12 çalışan iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir.

Madenlerimiz, iş kazaları ve facialar konusunda çok acı tecrübelere sahiptir. Geçmişten bugüne Armutçuk’tan Kozlu’ya, Soma’dan Ermenek’e kadar her birinde yüzlerce arkadaşımızı kaybettiğimiz pek çok facia yaşanmıştır.

22. Kongreden hemen sonra 14 Ekim 2022 tarihinde Amasra’da 43 maden emekçisi; 13 Şubat 2024 tarihinde de İliç’te yaşanan faciada 9 maden emekçisi yaşamını yitirmiştir. Bu iki facia da, oluş nedenleri ve yarattıkları etkiler açısından uzun yıllar unutulmayacak izler bırakacaktır. Ülkemizde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği mevzuatı ile denetim organizasyonlarının yetersizliği yakıcı bir sorun olarak çözüm beklemektedir.

Tüm paydaşların katılımı ile insanı ve doğayı korumayı öncelikli hedef olarak benimseyen bir çalışma yaşamının yeniden düzenlenmesi ve madencilik sektörünün benzer facialarla anılmaması Kongrede ortak bir görüş olarak vurgulanmıştır.

- Madencilik Politikaları

Madenciliğin uzun erimli yatırım ve projeler gerektiren bir sektör olduğu, günü birlik karar ve uygulamalarla, yönetilemeyeceği belirtilmiştir. Ülkemizde "yerli ve milli madencilik politikası", "yerli ve milli enerji politikası" olduğu iddia edilse de, katılımcılar tarafından  kamu yararını gözeten bir madencilik politikasının olmadığı ifade edilmiştir.

Ülkemizin kömür madenciliği yapılan bölgelerinde “havza madenciliği” sistemi uygulanmalıdır. Havza madenciliği uygulaması; kaynakların verimli kullanımı, maden sahalarının koordineli ve uzun vadeli planlanmasıyla büyük ölçekli üretime imkân tanıması, madencilik faaliyetlerinin belirli bir havza içinde planlanması ve yönetilmesiyle çevre üzerindeki etkilerinin kontrol edilmesi,   uzun vadeli planlamayı sağlaması, yerel ekonomiyi canlandırması gibi birçok önemli sebepten dolayı madencilik sektöründe öne çıkmaktadır. Aynı zamanda havzaların bölünüp parçalanması, bütüncül plânlamanın yapılamamasına ve iş kazalarına neden olmaktadır. Bu nedenlerle, havza madenciliği işçi sağlığı iş güvenliği açısından da olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Dolayısıyla havza madenciliği uygulaması, hem madenlerin sürdürülebilir ve etkin bir şekilde çıkarılması, hem bölgesel kalkınmayı sağlaması ve hem de işçi sağlığı iş güvenliği açısından gerekli olan bir madencilik yöntemidir. Bu anlamda ülkemizdeki maden bölgeleri tanımlanmalı, mevcut rezervler haritalanarak madencilik faaliyetlerinin hangi alanlarda yoğunlaşacağına ve ekonomik olarak nasıl değerlendirileceğine karar verilerek üretim yöntemleri de belirlenmelidir.

Bütüncül bir enerji ve madencilik politikamızın olmaması, kaynakların etkin ve verimli üretiminin yanı sıra, kullanılmasını da engellemektedir. Enerji üretimimizde doğal gaz ve ithal kömürün payı dışa bağımlılığımız açısından önemini sürdürmektedir. Enerjide, yerli ve yenilenebilir kaynakların kullanımını artıracak bir madencilik politikası belirlenmelidir. Ülkenin enerji potansiyeli net bir biçimde ortaya konulmalı ve bu potansiyelin kullanılmasına yönelik yol haritaları çıkarılarak gerekli düzenlemeler kamu eliyle yapılmalıdır.

-Özelleştirme, Rödovans, Taşeronlaştırma

Özelleştirme, taşeronlaşma, rödovans ve ruhsat devri gibi uygulamalar; kamu madenciliğini küçültmüş, kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllar sonucu elde edilmiş olan madencilik bilgi ve birikiminde önemli kayıplara neden olmuştur. Önemli birikime ve deneyime sahip olan kamu kurum ve kuruluşlarının yerini, teknik eleman ve alt yapı olarak yetersiz şirketler almıştır.

Türkiye Taşkömürü Kurumu, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu ve ETİMADEN, kamu işletmeciliği anlayışından uzaklaştırılmış, sahalar ruhsat devri, rödovans ve taşeronlaştırma gibi yöntemlerle özel sektöre aracılık eder hale getirilmiştir. Rödovans sözleşmeleriyle firmalara verilen birçok sahada, firmaların sözleşme yükümlülüklerini yerine getirmediği görülmesine rağmen bu yöntemde ısrar edilmektedir.

Madenlerde kamu işletmeciliğinin sürdürülmesi, ekonomik ve sosyal açıdan olduğu kadar işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından da yaşamsaldır. Bu nedenle kamu kurumları üretim ve istihdam hedeflerini havza ölçeğinde planlayarak ülke madenciliğinde lokomotif görevini üstlenmelidir. Özel sektörün gizli ajandalarına terkedilmiş bulunan Amasra-B sahası ve Bağlık–İnağzı projeleri de bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Zonguldak Havzası bütünlüğü adına, TTK’nın imtiyaz ve üretim sahaları korunmalı, ruhsat bütünlüğü muhafaza edilmelidir. Taşkömürünün Zonguldak Havzası’ndaki en büyük üreticisi konumunda olan TTK’nın çeşitli yetersizliklere mahkûm edilerek her geçen gün biraz daha küçültülmesi ve ruhsat sahasının parçalanarak Kurumun dar bir alana sıkıştırılması politikasından vaz geçilmelidir.

“KİT Yönetişim Reformu” olarak Orta Vadeli Programda da yer verilen düzenleme ile 19 KİT’in yönetim yapısında ve yasal statüsünde önemli değişiklikler yapılması planlanmaktadır. ETİMADEN, TKİ ve TTK yönetimlerinin, hazine bürokratlarına teslim edilerek, sadece ticari birer işletme gibi değerlendirilip “piyasa” şartlarına teslim edilmelerinin hedeflendiği görülmektedir. Ülkenin ve madencilik sektörünün ihtiyaçlarına hiçbir katkı koymayacak bu düzenlemeden vazgeçilmelidir. Kamusal bir anlayışla gerçek bir KİT reformu yapılması için ilgilileri ortak mücadele etmeye çağırıyoruz.

- Üretim, İstihdam

Uygulanan küçültme politikaları sonucunda TTK`nın yıllık kömür üretimi 1 milyon tonun altında gerçekleşmektedir. Yeraltı işçi sayısı ve toplam çalışan sayısı azalmaya devam etmektedir.  Bu durum kamu eliyle taşkömürü üretiminin sürdürülmek istenmediğinin açık bir göstergesidir. Bu politikanın dünyada yaşanan gelişmelerle ve gerçeklikle ilişkisi bulunmamaktadır. Her anlamda iflas etmiş, halkın ihtiyaçlarına cevap vermeyen, piyasacı politikalara son verilmelidir. En kısa süre içinde ülke ihtiyacını karşılayacak üretim hedefleri belirlenerek bu hedefe uygun yatırım ve istihdam sağlanmalıdır.

1957 yılında kurulan ve linyit rezervlerimizi üretmekle görevli Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ), 1990’lı yıllarda 30 bin çalışanıyla yılda 43 milyon ton linyit üretirken, 2023 yılında 4 bin çalışanıyla 7 milyon ton civarında üretim gerçekleştirmiştir. Kurumun kayıtlarında kendi üretimi olarak gösterilen 26.5 milyon ton kömür ise özel sektörün ürettiği kömürdür.

Sektörün lokomotifi olan kamu kurumlarında her anlamda ciddi düşüşler yaşanmış, Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’nün (MTA) yapısı değiştirilerek küçültülmüş ve bilimsel yapısı bozularak  kurum neredeyse arama faaliyetinden vazgeçmiştir.

Bu kurumların dışında irili ufaklı pek çok kamu maden işletmesi kapatılarak tasfiye edilmiştir. Bu gelişmeler ve rakamlar madencilik sektöründeki kamu kurumlarının ciddi anlamda kan kaybettiklerini göstermektedir.

-Madencilik, Çevre, İnsan

Kapitalist sistemde yaşamsal ve gerçek ihtiyaçlardan farklı olarak sanal ihtiyaçlar öne çıkarılmakta, toplum aşırı tüketime yöneltilmekte ve bu duruma -hileli ihtiyaç- denilmektedir. Bu yönelim, değişik yöntemler uygulanarak topluma enjekte edilmekte, sonuçta tüketim toplumu oluşturulmakta ve tüketim arttıkça üretim de buna koşut olarak artmaktadır. Tüketim ürünlerinin hammaddesi olan doğal kaynaklar bu döngüden etkilenmekte ve daha çok üretim gerçekleştirmek için doğaya daha fazla müdahale edilmektedir. Tüm bunların sonucunda çevresel yıkımlar artmakta, iklim krizi ve doğal afetler gibi insanlığı ilgilendiren olumsuz durumlar daha sıklıkla meydana gelmektedir.  Ayrıca gelecek kuşakların da hakkı olan ve tüm insanlığın ortak değeri olan doğal kaynaklar belli bir sermaye kesiminin çıkarı uğruna hızla tüketilmekte adeta yağmalanmaktadır.

Aşırı tüketim doğal olarak aşırı üretimi gerektirir. Bu üretimler için gerekli enerji ihtiyacı nedeniyle doğaya daha fazla müdahale edilmektedir.  Bu müdahale; temiz su kaynaklarının kirlenmesi ve azalması, tarım arazilerinin yok edilmesi, iklim krizi ve salgın hastalıklar gibi tüm insanlığı direkt ilgilendiren felaketlere davetiye çıkarmaktadır. Son olarak yaşanan küresel salgın, tüm yapılan yanlışları açıkça ortaya koymuştur.

Birçok ekonomik faaliyet gibi madencilik faaliyetleri de doğayı etkilemekte, ortaya çıkan çevre sorunları yöre insanları ve canlılar açısından yaşamsal sorunlara yol açmaktadır. Dünyamızın geleceği ve halk sağlığı açısından bu zararların en az düzeye indirilmesi zorunludur. Madenlerin üretiminden başlayarak nihai ürüne kadar tüm aşamalarında, çalışanları, yörede yaşayan insanları ve doğayı koruyacak önlemlerin en üst seviyede alınması temel bir politika olarak benimsenmelidir.

Ülkemizde sömürge madenciliği olarak tanımlanan ve doğal kaynakların bulunduğu ülkenin olanaklarıyla, ucuz işgücü kullanılarak üretilen hammaddelerin ülke dışına çıkarıldığı, geride konsantre atıklar, kimyasallarla kirletilmiş su ve verimsizleştirilmiş topraklarla, ağaçları kesilmiş ormanların bırakıldığı madencilik süreçleri uygulanmaktadır. Ulusal çıkarlarımızla bağdaşmayan bu uygulamalara son verilmelidir.

Ormanlarımız sömürge madenciliğin bir uzantısı olarak yok edilirken, diğer taraftan da orman yangınları ile adeta ülke çöle dönüştürülmüş yanan ormanların yerine oteller dikilirken, yangınlara zamanında ve etkin şekilde müdahale edilmeyerek söndürme çalışmaları sekteye uğratılmıştır.

-Enerji, Kömür

Kömür–Çelik ilişkisi ithal kömür ve ithal hurdaya dayalı olmaktan kurtarılmalı, Demir–Çelik sektöründe gelişme entegre fabrikalarla sağlanmalıdır. Metalürjik kömür ithalatı ve temininde giderek artacak olan güçlükler dikkate alındığında, taşkömürü kaynaklarımızın termik santrallerde kullanılmasına son verilmelidir.

Demir–Çelik fabrikaları uzun yıllardır çeşitli gerekçelerle yerli üreticilerden kömür almamakta, ihtiyaçlarını ithal kömürlerle karşılamaktadır. Demir-Çelik fabrikalarının ihtiyaçlarını öncelikle yerli kömür arzından karşılamaları, yerli üretimden karşılanamayan ihtiyaçların ithal edilmesi bir mevzuatla düzenlenmelidir.

EPDK’nın 29.03.2022 tarih ve 10889 sayılı Kurul Kararı ile ithal kömürle enerji üreten santrallere verilen ayrıcalıklı teşvik uygulamasına son verilmelidir. İthal kömürden fon alınarak TTK’ya yatırımları için kaynak yaratılmalıdır.

Son zamanlarda dünyada ve ülkemizde kömürden “adil çıkış” konusu tartışılmaya başlanmıştır. “Adil çıkış” veya adil vazgeçmeden bahsetmek için, alınacak kararların ve uygulamaların bu çıkıştan etkilenecek her kesim açısından ne kadar adil olduğu sorgulanmalıdır. Öncelikle bu kararın ülkemizin enerji arz güvenliği ile enerji arz - talep dengesi açısından değerlendirilmesi gerekir. En önemlisi de bu sektörde her türlü olumsuz koşullarda çalışan emekçiler açısından oluşturacağı etkilerin ortaya konulması gerekir.

Kömürden çıkışın sadece iklim krizi kapsamında değerlendirilmesi eksik bir yorumdur. Politikaları etkileyen ve etkilenen bütün toplumsal kesimlerin,  sivil toplumun ve yurttaşların bir araya geldiği, hem yerel hem de ülke çapında tartışma ortamları kurulmalı ve bu büyük siyasi ve ekonomik kararlar müzakere yoluyla alınmalıdır. Ne hükümetin özel sektörle oturup konuşması, ne de tek başına parlamento kararı yeterli değildir. Bilim insanları ve araştırma kuruluşları da kamu bütçesiyle desteklenerek ve karar süreçlerine katılmaları sağlanarak alınacak kararlara katkı sunmalıdır.

-Maden Mühendisliği Eğitimi

Madencilik faaliyetleri var olduğu sürece maden mühendisliği eğitimi de olacaktır. Ancak eğitimin yapısı ve içeriği günün koşullarına göre kendisini yenilemeli, bilim üretmeye ve sektöre ışık tutmaya devam etmelidir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de maden mühendisliği bölümlerinin sayısı, içeriği ve etkinliği zaman içerisinde ihtiyaçlara bağlı olarak güncellenebilir. Ama asla unutulmamalıdır ki gelişmekte olan bir ülke olarak madencilik faaliyetleri vazgeçilmezdir. Bugün dünyada kritik ve stratejik madenler son derece önemli konumda olup yakın gelecekte bu konumun daha da hayati bir önem kazanacağı dikkatten asla kaçırılmamalıdır. Bu kritik ve stratejik madenlere sahip olan, çıkaran, zenginleştirip işleyen teknolojiye dönüştüren ve bunların pazarlamasında strateji geliştiren ülkeler her zaman belirleyici konumda olacaktır. Dolayısıyla ülkemizde madencilik faaliyetleri-maden mühendisliği eğitimi ilişkisi üzerinde durulması önemli ve gerekli bir husustur.

-Kamu Kurumlarında Kadrolaşma, Liyakat

Madencilik faaliyeti yürüten kamu kurumlarında yaşanan teknik eleman ve işçi açığı en kısa zamanda giderilmelidir. Bu kurumların yönetim kadroları uzun zamandır objektif ölçütler yerine politik tercihlere göre oluşturulmaktadır.

Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze kadar geçen 100 yıllık tarihimizde, var olan değerler yok edilmiştir. Mevcut kamu kurumları da iktidar partisi yöneticilerinin yoğun baskı ve müdahaleleri altında  politik önceliklere göre yönetilmektedir. Kamu kurumlarında yandaş sendika ve cemaatlerin söz sahibi olduğu görülmektedir. Bu yönetim anlayışı liyakatsız kadrolaşmanın temelini oluşturmuş, kurumların içi boşaltılmış ve  kurumlar gerçek işlevlerinden uzaklaştırılmıştır.

Kamu kurumlarının yönetim kadroları; bilimi rehber edinmiş, kamucu politikaları benimseyen, adalete ve hukukun üstünlüğüne inanan, liyakat sahibi kişilerden oluşturulmalıdır ve kamu kurumlarında yaşanan mühendis ve işçi açıkları en kısa sürede giderilmelidir.

Türkiye 23. Kömür Kongresi’nde sunulan bildirilerin ülkemiz kömür madenciliğine katkı sağlaması en büyük dileğimizdir. Kongrede üretilen görüş ve düşüncelerin, ilgililer tarafından değerlendirilerek hayata geçirilmesinin takipçisi olacağımızı kamuoyuna bir kez daha saygıyla duyuruyoruz.

Yaşamını yitiren meslektaşlarımıza ve tüm emekçilere saygıyla…